Fark Edilmiş Çocukluk ve Aile

Bir buğday tanesi başağa, başaklar tarlaya, tarlalar köye, köyler şehre, şehirler ülkeye, ülkeler dünyaya ve dünya, büyüklüğünü hayal bile edemediğimiz, sınırlarını bilemediğimiz bir fezaya aittir.

Ait olma tasavvuru, insanın ruh ve beden âleminde en çok anlaşılması gereken kavramlardan biridir. Zira mikro ölçekte, atom altı parçacıklardan tutun da makro ölçekte, bahsi geçen fezaya kadar her şeyin nihai olarak ait olduğu bir yer ve yüce bir makam vardır.

Aklımıza gelebilecek her şey, bir yere aitken, insanın da toplum içindeki bütün dinamikleriyle karşılıklı aidiyetlerinin bulunması kaçınılmazdır. Öz itibarıyla toplum içindeki ait olma durumu, insana çeşitli sorumluluklar yükler. Sorumluluk kelimesi ilk anda zorlayıcı bir unsur gibi anlaşılsa da ait olma durumunun, tahmin edilenden çok daha müspet bir yansıması vardır. O da kişinin iç dünyasında kendini güvende hissetmesidir. Güvende olma hissi, anlamlı bir hayat sürebilmek için sahip olunabilecek en önemli kaynaklardan biridir. Hiç şüphesiz bu gibi toplumun çeperini kuvvetlendirecek veyahut inceltecek kaynakların neşet ettiği yer, ailedir. Öyle ki aile, sorumlulukların yerleştiği, güvende olma hissinin makul düzeyde yaşanabildiği ya da hayattaki birçok sorumluluktan kaçışın, pes edişin ve duygu dünyasındaki boşluk hissinin temellerinin atıldığı, değerli, bir o kadar da kırılgan bir yapıdır. Buradaki hassas çizgi, ait olma tasavvurunun ve beraberinde getirdiklerinin her yönüyle anlaşılması ya da en azından anlaşılmaya çalışılmasıdır. Bazen zinciri kırmak gerekir; bazen olduğundan daha da güçlü hâle getirmek.

İnsan

Hiçbir canlının yavrusu, insan yavrusu (bebek) kadar bakıma, ilgiye, desteğe muhtaç değildir. İnsan her ne kadar yetişkinlik döneminde birçok şeye gücü yetse de bebeklik ve çocukluk dönemlerinde oldukça zayıf ve bakımıyla ilgilenecek bir yetişkine muhtaç durumdadır.

Bu muhtaçlık, yaygın kanaatin aksine çocuğun, çevresinde olup bitene karşı tahmin edilenden çok daha fazla açık ve alıcı olmasına sebep olur. Çünkü ruhen ve bedenen büyümek için bir damla anne sütüne ihtiyaç olduğu kadar dışarıdan gelebilecek minik bir bilgi ve uyaran da önem arz eder. Çocuk daha dünyaya geldiği ilk anda nefes alır; ciğerlerinde nefesin varlığını, bir miktar da acısını hisseder, ağlayarak tepki verir. Ortam soğuksa üşür, titremeye başlar. Bir süre sonra sese, ışığa tepki verir. Bunlar çocuktaki fiziksel tepkilerdir ve bir bakıma fiziksel kaynaklı öğrenmenin ilk basamaklarıdır. Bu süreç, son derece mükemmel, heyecan verici bir şekilde ilerlerken fark edilmesi çok daha zor ve hayli karmaşık bir durum daha yaşanmaya başlar ki o da çocuğun ruh dünyasındaki muazzam sistemin işlemeye başlamasıdır. Bu sistem, çocuk, anne rahmine düştüğü anda, hatta öncesinden işlemeye başlar. Anne babanın ruh hâli, maneviyatı, birbirlerine olan hissiyatları, davranışları ve daha birçok vesileyle çocuğun ruh dünyası inşa olunmaya başlar. Doğumla birlikte kapsamı genişleyerek devam eder.

Söz gelimi, çocuk bulunan bir evde anlaşmazlık, huzursuzluk hâkimse, çocuk her ne kadar bunu dile getiremeyip mantıklı bir şekilde anlayamasa da sezgisel olarak zihninin ve kalbinin derinliklerine bu durum yer etmeye başlar. Aksine, huzur, sükûnet hâkimse yine aynı biçimde iç dünyanın arzına huzur tohumları ekilir. İleriki hayatına, huzuru taşıma ihtimali artar.

Çocuk biraz daha büyüdüğünde hem gördüklerinin hem de duyduklarının sayısı çoğalır. Evdeki sohbetlere ortak olur, hayatı anlamlandırmaya çalışır. Yakın çevresinde yaşanan olaylarda iletişim ve çözüm dilini fark eder. Öfke, suçlama dili hâkimse, çocuk anlam veremese bile yine duygusal ve sezgisel olarak öfke ve suçlamayı, hayatının bir parçası olarak saklayabilir. İleride kendince gerekli gördüğü her durumda yakından bildiği bir yöntem olarak bunu kullanmak isteyebilir.

Çocuk, yetişme döneminde gerçek, anlamlı bir sevgiyi derinliklerinde hissetmişse hayatının sonraki safhâlarında, gönülden sevgi besleyebileceği insanların sayısının çok olması muhtemeldir. Aksine, anlamlı bir sevgiden mahrum kalarak büyümüşse ileriki hayatında hakikaten sevebileceği insanların sayısı sınırlı kalabilir. Hatta kimi zaman sevgi dediği şey, göstermelik ya da çıkarcı bir yakınlıktan ibaret olabilir. Çünkü sevgi depoları boştur ve insan, kendinde olmayanı başkasına veremez.

Yine çocuk, kaygılı bir anne baba ile büyümüşse diğerlerine göre çok basit gelen birçok olayda bile kaygılanmayı rutin olarak sürdürebilir. Çünkü temel güven duygusu gelişmemiştir ve irili ufaklı birçok olay, güvensiz gelmekte, kaygıyı beraberinde getirmektedir.

Örneklerde bahsetmeye çalıştığımız birçok sonuç, bilinçli olarak ortaya çıkmaz. Çoğu kez bilinçdışında sezgisel olarak yer edinen hislerin, kişi farkında bile olmadan, neredeyse otomatik olarak ortaya çıkması şeklinde görülür.

Fakat burada, şunu önemle ifade etmek gerekir ki bahsi geçen bazı his ve davranışların, bilinçdışı kaynaklı otomatik olarak ortaya çıkması, bir problem durumunda kişiyi masum kılmaz. İleriki kısımlarda detaylandırılacağı üzere, çözüm ve sorumluluk, kişinin kendisindedir.

Çocukluk ve ergenlik dönemlerinde yakın çevredeki insanların hem çocuğun kendisine karşı hem de diğer olaylara karşı sergiledikleri olumlu/olumsuz tutum ve davranışlar, çeşitli vesilelerle hayatın tamamına etki etme potansiyeline sahiptir. O sebeple ilk andan itibaren çocuğun etkileşimde olduğu herkesin tutum ve davranışları önemlidir. Çünkü en başta da ifade etmeye çalıştığım gibi çocuk, ailesine aittir. İnsan, ait olduğu yerin boyasıyla boyanır.

İnsan, yetişkinliğe doğru ilerlerken bazen içeride bir şeylerin yolunda gitmediğini, anlam veremediği şeyler olduğunu hissedebilir. Ama çoğunlukla bu durumun üstüne gidilmez ve hayatın ilk dönemlerindeki olumsuz izlerin tam anlamıyla fark edilmesi bir yetişkinin yıllarını alabilir. Hatta bazı durumlarda hiçbir zaman fark edilmez; tıpkı buğday başakları örneğinde olduğu gibi nesiller boyu problem devam eder. Bir bakıma ruhsal bir genetik aktarım gerçekleşmiş olur. Gelinen noktada ise artık elimizde kırılması güç bir zincir vardır.

Zinciri kırmak mümkün müdür?

Çoğu zaman gözle görülmeyen, nesiller boyu süregelen hissiyatlarla güçlenmiş bu zinciri kırmak, bazen zordur ama mümkündür. Bu konuda ilk ve en önemli muhatap kişinin kendisidir. Yetişkin olmak, kişinin hem çevresine karşı hem de kendine karşı gerekli bütün hayat sorumluluklarını üstlenebilmiş olması demektir. Ebeveyn vesilesiyle bize intikal eden bütün güzel his, tutum ve davranışları (üzerine yenilerini de katarak), hayatımızı daha anlamlı, güzel kılmak için kullanmaya çalışmak, bir yetişkinin hususiyetlerindendir. Bununla birlikte, herhangi bir zorluk yahut problem karşısında ortaya çıkan tutum ve davranışların sorumluluğunu almak, problemi, problemin kaynağını fark etmek, durup düşünmek, çözüm aramak da yetişkinim diyen birinin hususiyetlerinden olmak zorundadır. Kişi kendinde olanı, olmayanı ya da düzeltmesi gerekeni fark edip ona göre yön çizerse ancak o zaman kendi çocuklarına, cemiyete aktaracaklarında önemli farklılıklar olabilecektir.

Maksat suçlu aramak değil, çözüm bulmaktır. Bu sebeple çocuk hangi yaşa gelirse gelsin, ebeveyni ile iletişimi sürdürmeye, geliştirmeye çalışmalıdır. Bununla birlikte fark ettiği her bir problemi, imkân çerçevesinde bazen kendi iç dünyasında, bazen ebeveyni ile iletişim hâlinde çözüme kavuşturma çabasında olmalıdır.

Yeniden inşa

Kişinin kendi farkındalığı, iyi olanı sürdürüp problemli olanı çözmeye çalışma düşüncesi, yeniden inşa sürecinin ilk olmakla beraber en önemli adımıdır. Bununla birlikte aile müessesi içinde hissiyatın müspet olarak ilerlemesi ya da düzelmesi için bazı önemli adımlar atılması, kritik ihtiyaçların karşılanması gerekmektedir.

  • Güven ihtiyacı: Aile içinde fiziksel güvenlikle birlikte ruhsal ve duygusal güvenliğe de ihtiyaç vardır. Bu da tutarlılıkla temin edilebilir. Çocuklar, anne babasının sevgisinden emin olduğunda, nerede hangi tepkiyle karşılaşacağını bildiğinde, dışlanma, ayrıştırma, hafife alma gibi durumlardan uzak kaldığında, duygularını ifade edebildiğinde kendini güvende hisseder.
  • Değer ihtiyacı: Çocukların, eşref-i mahlûk olarak dünyaya gelmiş olması ve yaşı itibarıyla tertemiz kalplerinden ileri gelen kendi değerini hissetmeye ihtiyacı vardır. Bu değeri sadece sözde değil, aile içinde bütün hâl ve tavırlarda hissetmesi gerekir.
  • Dayanışma ihtiyacı: Aile, bir ekiptir. Ekip içerisinde her birey, kendine göre işbirliğine, dayanışmaya ihtiyaç duyar. Bu, hem yol gösterici olmakta hem de gerekli durumlarda destek bulabileceği inancıyla çocukları güvende hissettirmektedir.
  • Sorumluluk alma ihtiyacı: Aile içinde sorumlulukların paylaşılması hem iletişimi hem de dayanışmayı artırır. Çocukların yeterliliklerine göre sorumluluk alması, hayatı deneyimlemesinin, işe yarama duygusunu yaşamasının önünü açar. Bu vesileyle, ilerideki büyük sorumlulukları göğüsleyebilmenin ilk adımları atılmış olur.
  • Mücadele ve gayret ihtiyacı: Her şeyin hazır verilmesi çocuk yetiştirme sürecindeki büyük hatalardan biridir. Çocuklar yaşına göre (bir miktar zorlansa bile) yapabileceği işleri yapması konusunda teşvik edilmelidir. Bu sayede her defasında daha büyük zorluklara karşı mücadele etmekten çekinmemeyi öğrenecektir.
  • Manevî yaşam ihtiyacı: Merak, çocuğun en kıymetli yeteneklerinden birisidir. Çocuk, merak ettikçe ve sordukça öğrenmeye devam eder. Çocukların düşünmeye, sorularına cevap bulmaya, tefekkür edip hayatı ve dünyayı anlamaya çalışmaya, yetişkinlerin manevî dünyasını görmeye ihtiyaçları vardır. Bütün aile fertleriyle birlikte özellikle de çocukların sorularına cevap bulacağı bir aile ortamı sağlamaya çalışmak önemlidir.

Bir buğday tanesi tarlaya ekildiğinde meydana gelen başağın içinde yine buğday taneleri vardır. Bu tanelerin sağlıklı olanlarından bir kısmı, sonraki ekim için tohum olur. Ekilir, büyür ve tohum olur; döngü devam eder. Beklenen de budur. Peki ya taneler bir gün sağlıksız, zayıf ve iyi bir tohum olamayacak hâle gelirse… Bu durumda döngü devam edebilir mi? Ya da nasıl devam eder? Yeni başaklar ve taneler ne kadar sağlıklı olur?

Elden geldiği kadar

İnsanın kendinde var olduğunu düşündüğü ya da zaman içinde fark ettiği herhangi bir eksiklik, olumsuz tutum veya davranış o kişiyi tümüyle eksik ya da kötü yapmaz. Sadece o tutum ve davranış özelinde değerlendirme yapmak gerekir. Aynı şekilde ebeveynlerden çocuklarına intikal eden olumsuz davranış örüntüleri de ebeveynleri tümüyle kötü yapmaz. Çoğu zaman onlar da farkında olmadan, hatta genelde iyi niyetlerle birçok davranışı sergilerler.

Maksat, suçlu aramak değil, çözüm bulmaktır. Bu sebeple çocuk hangi yaşa gelirse gelsin, ebeveyni ile iletişimi sürdürmeye, geliştirmeye çalışmalıdır. Bununla birlikte fark ettiği her bir problemi, imkân çerçevesinde bazen kendi iç dünyasında, bazen ebeveyni ile iletişim hâlinde çözüme kavuşturma çabasında olmalıdır.

Hayat, bir yolculuktur. İyi olanı sürdürmekle, farkına varabildiğimiz problemleri gidermeye çalışmakla değer kazanır. O sebeple bazen zinciri kırmak bazen olduğundan güçlü hâle getirmek gerekir. Bu ayrımı fark etmek ve yol almak, her bir insanın kendi sorumluluğundadır.

Kişinin kendini yok saymadan, tüketmeden ama elinden gelenin de en iyisini yaparak; bilmiyorsa bir bilene sorarak, yapamıyorsa bir yapana giderek, hem kendi hayatını hem de kendinden sonraki neslin hayatını sağlıklı inşa konusunda ilerlemeye çalışması da yetişkin olmanın bir başka hususiyetlerindendir.

Loading

Yorum yazın

Email adresiniz yayınlanmayacaktır. Tüm alanları doldurunuz.